Translate

28 Mart 2015 Cumartesi

Türk Edebiyatında Bahtiyar Vahabzade, (I. Uluslararası Bahtiyar Vahabzade Sempozyumu, Bakü 2012)











Bahtiyar Vahabzade Azerbaycan’ın yetiştirdiği önemli şahsiyetlerden birisidir. Azerbaycan’ın taşra bölgesi diyeceğimiz Şeki’de dünyaya gözlerini açan Vahabzade’nin çocukluk dönemi Sovyetler Birliğinin Azerbaycan’da kendi düzenini kurmak için mücadele verdiği, Azerbaycan’ı Sovyet sistemine dahil etmek için halka baskı yaptığı dönemde geçer. Bu dönemde gerçekleşen hadiseler küçük Bahtiyar’ın hayatında önemli rol oynar. Zira körpe dimağına kazınan hadiseler, şairin ileride dünya görüşünün şekillenmesinde, dünyaya bakış açısını belirlenmesinde başat rol oynayacaktır. Özellikle Şeki’de Sovyet sistemine karşı halkın karşı çıkıp yıllarca mücadelesini dağlarda sürdürmesi ve daha sonra gelişen olaylar şairi derinden etkilemiştir. Vahabzade, bahsedilen dönemde bir taraftan halkın verdiği mücadeleyi yakından görür, diğer taraftan Türkiye ilişkilerin en aza indirildiği, Türk isminin yasaklandığı dönemi de idrak eder. Bu dönemde yasaklılar listesinde olan Türkiye ve Türkler onun gözünde efsanevi hale gelir. İlkokul öğretmeni ve ailesinin Türkiye hakkında anlattığı hikayeler küçük Bahtiyar çok etkilenir. Türkiye onun gözünde her geçen daha da büyür. Çocukluk yıllarında başlayan bu sevgi ve özlem gençlik yıllarında gitmek, görmek için can attığı bir ülkedir. O ilk defa bu fırsatı 1961 yılında yakalar. Bu unutulmaz ziyareti kendi ağzından dinleyelim:
Dedemin, babamın ve amcalarımın ağzından Türkiye hiç düşmezdi. Ben şimdi soyumdan gelen arzuların hayallerin ülkesi olan Türkiye’ye gidiyorum. Sabah erkenden kalkıp tıraş oldum. Otuz beş yıldır hasretini çektiğim, ismini zaman zaman andığımda bütün bedenimi titreten, koluma kuvvet, ayağıma takat, gözlerime ışık veren bir şehre, İstanbul’a, gidiyorum. Ümitgahım, önünde boyun eğdiğim, zorla elimden alınan adımın sahibi, namusumun, izzet ve şerefimin koruyucusu, gören gözüm, vuran kolum, düşünen beynim, yardımcım, dayanağım, bayrağım, kaybettiğim tarihim, geçmişim, ana dilim, şerefim hepsi sendedir.
Kamaranın penceresinden bakıyorum uzakta fener yanıp sönüyor. Allahım! İlk defa Türk ışığı görüyorum. O ışıkta benim arzularım yanıyor. Ey fener, sen sana tarih boyu düşman olan bir milletin gemisine yol gösteriyorsun. O geminin içinde sana can vermeye hazır birisi var.”
Türkiye’ye, kimlik kontrolünden sonra ayak basan Vahabzade’nin heyecanı devam eder. Türkiye Cumhuriyeti yazılı mühür şairi duygulandırır: “Ben sana kurban olayım. Ey benim cumhuriyetim! Ey benim benden uzak vatanım! Benim için yanan ve bana elini uzatamayan vatanım! İzin belgesinin üzerindeki mührü döne döne öpüyorum. Otuz beş yıldır vesikalarımın üzerinde Rus dilinde yazılı ifadeler vardı, ilk defa şimdi kendi dilimde yazılı bir ibare var kimliğimde. Ömründe sadece on saat benim kim olduğumu gösteren vesika ise ilk defa kendi dilimdeydi. Ben ancak şimdi ben oldum.[1]
Şair Türkiye’ye olan hissiyatını bu etkileyici ve samimi sözlerle ifade ederken Türk aydınlar da onun ve sanatının farkına varırlar. Sovyetler Birliği döneminde şair hakkında Türk edebiyatında çalışmalar yayımlanmaya, onun eserleri, hayatı ve fikirleri Türk okuyucusuna sunulmaya başlanır. Böylece şair tüm yasaklara rağmen Türk aydınlarının dikkatini çekmeye başlar. Vahabzade’nin Türk edebiyatındaki yerini Sovyetler dönemi ve sonrası olmak üzere iki ana başlık atında ele almak mümkündür.

1.      Sovyetler Birliği Döneminde Türk Edebiyatında Vahabzade:

Sovyet Birliği döneminde demir perde Türkiye ve Azerbaycan arasına aşılmaz set çeker. Bu dönemde Türkiye ve Azerbaycan arasındaki kültürel ilişkiler yok denecek kadar azdır. Buna rağmen, kısmen de olsa, Azerbaycan ve Türkiye arasında kültürel bağlar vardır.
Bu dönemde şair ilk defa Türk edebiyatında Saadet Çağatay’ın Türk Lehçelerinden Örnekler II kitabında yer alır. Şairin bahsedilen eserde ‘‘Ana Dili’‘, ‘‘Kağızlar’‘ ve ‘‘Bize Öyle Gelir Ki…’‘ adlı şiirlerine yer verilir.  Buna müteakip Vahabzade’nin eserlerini Türk Edebiyatında görülmeye başlar. Türk Edebiyatındaki şiirleri Ahmet Şmid’in yorumlarıyla yayımlanır. Böylece şairin eserleri daha geniş kitlelere ulaşmaya başlar. Şair bu şekilde birçok Türk okuyucusu tarafından tanınır. Ercilasun, Vahabzade’nin eserlerini ele aldığı çalışmasında onun eserlerinin Türk edebiyatı için yeni bir ses olduğunu dile getirir. Bu eserlerle Azerbaycan Türkçesi ve musikili şiirlerinin Türkiye’ye açıldığını, Türk okuyucusuna sunulduğunu dile getiren yazar, şiirin esrarengiz güzelliğini kaybetmek üzereyken Vahabzade’nin sır dolu, efsunlu dizelerinin imdadımıza yetiştiğini belirtir. [2]
Bahsedilen ilişkilere Bahtiyar Vahabzade’nin 1972 yılında Varlık dergisinde yayımlanan ‘‘Yel Kayadan Ne Aparır’‘ başlıklı makalesi en güzel örnektir. Şair, bu dönemde Türkiye’deki divan edebiyatı ile ilgili tartışmalara katılır. Bu hadiseyi kendisinden dinleyelim: Almanya'da idim. Orada Ahmet Şmide adında Müslüman olmuş Alman bir dostum vardı. Türkçeyi çok güzel biliyordu. Ona Türkiye'den dergiler geliyordu. O dönemde ‘’Varlık’’ dergisinde ''Ölü Edebiyat'' adlı Divan edebiyatını kötüleyen bir makale okudum. Makalede çağdaş Türk gençliğine Fuzuli'yi öğretmenin gereksizliği savunulur. Aynı dergide ilgili yazıya bir cevap niteliğinde ''Yel Kayadan Ne Aparır'' başlıklı bir yazı gönderdim. O makalemde, '' Ben bu makalemi yazarken kulaklarıma bir kahkaha sesi geldi. Baktım ki büyük bir kayanın üstünde Fuzuli, Nâbi, Y. Kemal, Bâki oturmuşlar bana gülüyorlar. Onlara: -''Niçin gülüyorsunuz'' diye sordum.
Onlar da:
‘’-Bizim gibi büyük dâhilerin A. Zeki Eyüboğlu’ndan korkumuz yok. Senin gibi küçük şairlerin de müdafaasına muhtaç değiliz.’’ dediler. Şeklinde düşüncelerimi dile getirmiştim.[3]

            Bahtiyar Vahabzade’nin eserlerini Türkiye’de ele alan diğer bir aydın da Yavuz Akpınar’dır. O da şairi, eserlerini analiz etmek suretiyle Türk okuyucusuna tanıtır. Bir çalışmasında, Vahabzade’nin sanatını ve eserlerini şu ifadelerle değerlendirir: ‘‘Onun şiirlerinde derin bir fikir ve düşünce ile karşılaşırız. Şair, hayatta şahit olduklarını duygu ve düşüncelerini şiirin esrarengiz diliyle dile getirmede mahirdir. Başkaları için şiir mevzusu olmayan konular, mevzular görüş ve fikirler onun nefesinde şiire çevrilir. Kısaca o şiirle düşünen sanatkârdır. Onun şiirleri insanın içinde için için yanan bir ateşe benzer. Ona göre asrın nabzı şiirde vurmalıdır. Şair, okuyucuyu derin derin düşündürmeli, vatan ve millet aşkıyla dolup taşmalı, yumruğa dönüp vatanını, milletini ve milli benliğini inkar eden, yabancı düşünce ve hayat tarzını taklit eden mukallitlerin ve kendini bilmezlerin başını ezmelidir.[4]   
            Vahabzade ile ilgili önemli değerlendirmelerde bulunan diğer bir aydın da Mehmet Kaplandır. Mehmet Kaplan Türk Edebiyatı dergisinin 123. sayısında şairin ‘‘Mugam’‘ şiirini ‘‘Birillant Gibi Bir Şair’‘ başlıklı makalesinde değerlendirir. Bu makalesinde şair Vahabzade’nin sözü edilen şiirini şekil özellikleri yönüyle değerlendirdikten sonra Vahabzade Türk Edebiyatındaki bazı şairlerle karşılaştırır. Mugam şiirindeki ‘‘men’‘ redifini kullandığına dikkat çeker ve şiirde insanın benliğini ve iç dünyasını ifade etme gayretinde olduğunu dile getirir. Bu yönüyle Eski Türk edebiyatında özellikle de Tasavvuf edebiyatında ‘‘ben’‘ gücünü Allah’tan alan bir insan hatta onunla birleşen bir varlık olarak görülür, diyen Kaplan bu şiiri Şeyh Galip’in;

Hoşça bak zatına ki zübde-yi alemsin sen,
Merdum-ı dide-yi ekvan olan ademsin sen
            Şiirindeki gibi soysal ve mana yönünden ağırlık taşıdığına dikkat çeker.
            Diğer taraftan Kaplan ‘‘Ben ben değilem, bir ulu fikrin özüyem’‘ mısrasını Yunus Emre’nin;
                                   Beni bende deme, bende değilim,
                                   Bir ben var bende, benden içeri.
Dizelerinde yer işlenen derin mana ile paralellik gösterdiğine dikkat çeker. Aynı makalede Kaplan, okuyuculara şöyle seslenir: Azerbaycan’da Bahtiyar Vahabzade adında bir şair yaşıyor, onu Türkiye’de kaç kişi tanıyor ve eselerini okuyor, diye sorar. Makalesinin sonunda Azerbaycan ve Türk halkının kardeş olduğuna dikkat çeken yazar, Fuzuli’nin hem Azerbaycan hem de Türkiye’nin şairi olduğunu belirtir. Türk aydınlarının yönünü  Batıya çevrimesindne yakınır ve aynı zamanda yönümüzü kardeş edebiyata döndremeliyiz der.[5]
             
            Mehmet Dursun Milli Kültür dergisinde ‘‘Payız Düşünceleri’‘nde büyük arzular başlıklı yazısında şairin ‘‘Payız Düşünceleri’‘ kitabı hakkındaki düşüncelerini dile getirir. Dursun sarraf  dakikliği işe ele aldığı mısralarda öz kimliğinin ve ebediyet sırlarını aradığını dile getirir. Vahabzadenin sesine her zaman ses verildiğini dile getirdiği çalışmada onun birkaç neslin yetişmesinde önemli katkıları olduğunu vurgular. Ebedibi gelenekteki büyük halk muallimlerinin vazifesini Vahabzade’nin devam ettirdiğini, halkın milli duyguyu hissetmesinde önemli görev üstlendiğini dile getirir. Şairin dertsiz ve gamsız bir şair olduğune inanan halkın bu hissinde yanıldığını dile getirir. Kendisini yakından tanımayanlara sorduğu ‘‘Sen nereden bilirsin ben ne çekerim” şeklinde okuyucuya sorduğu soruyla şairin gamlı ve kederli olduğuna dikkat çeker.[6]

Vahabzaden’in bahsedilen makalesi Türkiye’de yankı doğurur. Birçok Türk aydını Vahabzade’nin fikirlerini bu makaleyle öğrenme fırsatı elde eder.

2.      Sovyet Sonrasında Bahtiyar Türk Edebiyatında Vahabzade:  

Sovyet öncesinde Türk edebiyatında bazı aydınlar tarafından eserleri ele alınan şiirleri kritik edilen şair Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra sınırların açılmasıyla birlikte Türkiye’de ismi daha çok duyulmaya başlar. Kendisi de Tükiye’yi sıkça ziyaret eden Vahabzade aynı zamanda birçok Türk aydını tarafından hakkında çeşitli çalışmalar yapılırken birçok şiiri çeşitli dergilerde Türkiye Türkçesine aktarılmış  şekilde Türk okuyucusuna sunulur. Bu süreçte şair Türkiye’de eserleri birçok okuyucu tarafından olunan, fikileri öğrenilen şairlerden birisi olur.
Vahabzade hakkında çeşitli çalışmalar kaleme alan Türk aydınlardan birisi de Yavuz Bülent Bakilerdir. Bakiler Sovyettler Briliği döneminde 1980 yılında Vahabzade ile Bakü’de görüşürler. 1982 yılında ikinci defa kendisiyle görüşen Bakiler kendisine olan hayranlığını ömür boyu unutamayacağını dile getirir. İki şair Hazar sahilinde baş başa görüşür. Halkın Vahabzadeye olan saygı ve hürmetine şahit olan Bakiler, şaire gençlerin sen bizim gururumuzsun, sen bizim şerefimizsin sözlerini unutamaz. Bakiler, farklı dönemlerde Vahabzade ile ilgili çalışmalar kaleme alır. Eserleri şerh eder. Bakiler şairi değerlendirirken Türk Edebiyatında Mehmet Akif Ersoy, Yahya Kemal Beyatlı ve Necip Fazıl Kısa Kürek ne ise Azerbaycan Edebiyatında da Bahtiyar Vahabzade odur, şeklinde şair hakkında duygu ve düşüncelerini dile getirir.[7]
Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla birlikte şairin kitapları Türk okuyucusuna sunulmaya başlar. Daha önceki dönemlerde şiirleri üzerinde durulan şairin bu dönemde kitaplarının süratli bir şekilde belli dönemlerde Türkiye Türkçesine aktarıldığı görülür. Bu eserlerden birisi de 1993 yılında Kültür Bakanlığı yayınları arasında çıkan ‘‘Sonbahar Düşünceleri”isimli kitaptır. Şiirlerinden seçilen eser dönemin kültür bakanı Fikri Sağlar’ın takdimi ile yayımlanır. Farklı dönemlerde ele aldığı şiirlerden bazıları şunlardır: ‘‘Vatandaş”, ‘‘Güz Düşünceleri”, ‘‘Ne Ondan Ne Bundan”, ‘‘İstanbul’‘ gibi şiirler yer alır. İstanbu şiirinde bu güzel şehre karşı hissiyatını şu satılarla dile getirir:
                        Bosfor körfezi…
                        İki kıta
                        Dayanmış birbirine
                        Ortasında bu yolun
                        Bir tarafı Avrupa’dadır.
                        Bir tarafı Asya
                        İstanbul’un…
                        Türk oğlu durup ortasında
                        Seyreder sağını,
                        Solunu.
                        Bir şehirde birleşir
                        İki kıtada.
                        Birinin başlangıcıdır,
                        Birinin sonu…[8]
1993 yılında Nil yayınları arasında çıkan ‘‘Gün Var Bin Aya Bedel” adlı şiir kitabı da Türk okuyucusu için hazırlanan şiirlerden oluşmaktadır. Eser Fatih Bağcıoğlu’nun kaleme aldığı takdimle başlar. Bağcıoğlu, takdimde şairin hayatı ve eserleri üzerinde kısa bir değerlendirmede bulunur. Bu eserde de şairin farklı dönemlerde kaleme aldığı şiirler yer almaktadır. İnsan ve Zaman ara başlığı ile başlayan eser ‘‘Allahü Ekber”şiiriyle başlar. Şiirden önece Vahabzade’nin Sovyet döneminde yaşadıkları istibdadı dile getiren satırlar yer alır: ‘‘Belli sebepler yüzünden totaliter rejimin hüküm sürdüğü yıllarda kalbimden gelen itiraz seslerini yansıtan şiirlerimi yansıtamamış, arşivimde saklamıştım. Aynı şiirlerin bir kısmını belli aralıklarla periyodik olarak basında ve son zamanlarda basılan ‘‘Masal Hayat” adlı kitabımda okuyuculara sundum. 1977 yılında İstanbul’da sabah ezanıyla uyanmıştım. Minareden işittiğim ‘‘Allahü Ekber” sesi beni büyüledi. Gün boyunca bu sesin tesirinden kurtulamadım. ‘‘Allahü Ekber’‘şiirini yazdım.”
                        Allah’a yücelen ulu bir yolun
                        İlkin pillesidir Allahü Ekber
                        Hakkı dananların yüzüne değmiş
                        Hakkın sillesidir Allahü Ekber

                        Göklerin nidası yücelip yerden,
                        Daima halas eder, hayrı şerden.
                        Kudret-i Kamil’in minarelerinden
                        Gelen nağmesidir Allahü Ekber[9]
Bahtiyar Vahabzade sınırlar açıldıktan sonra sık sık Türkiye’yi ziyaret eder, çeşitli faaliyetlere katılır. Antalya’da 1993 yılında Türk Halklarının Birliği Kurultayında temsilciler adına son söz şaire verilir, Vahbazade Türk topluluklarından gelen temsilcilere o gün şöyle seslenir: ‘’Bugün bizim kurultayımızın Türkiye’de gerçekleşmesi tesadüfü değildir. Çünkü Türkleirn büyük bir kısmı esir durumda iken Türkiye yegane bağımsız devletti. Türk devleti ay yıldızlı öz bayrağı altında bağımsız yaşamış diğer esir Türk devletlerinin bağımsızlık hakkını diğer ülkelere anlatan tek devletti. İstiklal uğruna vatanlarından ayrı düşen, dünya Türklerinin büyük liderlerini Türkiye korumuş, onlara kucak açmıştır. Biz bunu hiçbir zaman unutmayız. Bundan dolayı da bugün Kurultay geçirdiğimiz ana Türkiye’mizi dünya Türklüğünün merkezi bilir, başkenti sayarız.’’[10]
Vahabzade, Türk aydınlarının çalışmalarını takip eder, Türkiye’deki tartışmalara katılır, fikrini dile getirir. Türk matbuatında Ahmet Kabaklı’nın Türk Edebiyatında çıkan ‘‘Alperen Eğitimi Edebiyata Karşı Üçüncü Kültür İhtilalı” başlıklı bir makalesini okur. Makalede özünü inkar eden, milli benliğine düşman olan unsurlardan bahsedilir. Şair, bu çalışmayı okuduktan sonra Kabaklı’ya bir mektup yazar mektubunda fikirlerini şu özlü sözlerle Kabaklıya iletir: Aziz kardeşim, dış düşmanla savaşmak kolaydır. Çünkü onun konumu bellidir, hedefi açıktır. İç düşmanla savaşmak her zaman çetindir. Kurt ağacı içten yediği gibi biz Türkleri de samimiliğimizden düşman her zaman bizi içeriden dağıtmaya çalışmıştır. Bir milleti mahvetmek için onun üzerine atom bombası atmak gerekmez, manevi değerlerini, dilini, tarihini, zedelemek, hafızasını silmek yeterlidir. Ben hiçbir zaman anlamadım bir millet öz diline, milli varlığına, öz tarih ve edebiyatına kısaca özüne nasıl düşman olur?’’[11]  
Vahabzade’nin Türk edebiyatından takip ettiği süreli yayınlardan birisi de Yağmur dergisidir. Yağmur dergisinin ilk sayılarını okuyan şair dergiye bir mektup yazar. Mektubunda Türkiyede Osta Asya ve Azerbaycanlı birçok şairin eselerinin yayımlandığını fakat dergilerde sadece Türkiye Türklerinin şairlerinin eserlerinin yorumlandığına dikkat çeker. Türk şiirinin sadece Türk şiirinden ibaret olmadığını 150 milyonluk bir Türk dünyasının ve edebiyatının olduğunu söyler. Eğer siz bizleri de Türk edebiyatı olarak görüyorsanız o zaman niçin bizi unutuyorsunuz şeklinde soru yöneltir.[12]
  
Bahtiyar Vahabzade Sovyet sonrasında Türkiye hakkında akademik çalışma yapılan şahsiyetlerden birisidir. Hüsniye Mayadağlı, doktora tezinde şairin hayatını ve eselerini değerlendirir. Çalışmada şairin hayatı ele alındıktan sonra eserleri üzerinde durulur. Çalışma şu başlıklar altında değerlendirilmiş: ‘’Bahtiyar Vahbzade’nin hayat hikayesi başlığı altında şairin doğumu, ailesi, çocukluk dönemi, gençlik yılları, evliliği, Vahabzade’nin ruhi yapısı, sanat anlayışı konuları ele alınmış. Eserleri başlığı altında da şairin sanat hayatı üzerinde durulmuş.[13]
Vahabzade’nin eserleri faklı dönemlerde Türkiye Türkçesine kazandırılır. 2002 yılında Erdal Karaman, Bayram Gündoğdu ve Seriye Gündoğdu’nun şairin eserlerinden seçtiği şiirlerinden oluşan ‘‘Soru İşareti” adlı kitabı yayımlanır. Eserde şairin eserlerinden kendisinin seçtiği şiirler yer alır. Şair kitabında yer almasını istediği şiirleri önceden seçer daha sonra bu şiirleri bahsedilen eserde değerlendirir. Daha çok Türk okuyucusuna hitap eden şiirlerin yer aldığı eserde ‘‘Yunus Emre’ye”, Tenha Mezar”, ‘‘Deprem”, Millete Hizmet” vb. şiirler yer alır. Sözü edilen eserde Türkiye ile ilgili şiirlerde yer alır. Tenha Mezar başlıklı şiirinde 1918 yılında Azerbaycan’ın yardımına gelen ve vuruşmalar sırasında şehit olan Türk askerlerine seslenir. Bahsedilen dönemde ölüm kalım mücadelesi veren Azerbaycan Türklerine canlarını veren Türk askerlerine seslenir:
            Yolun kenarında tenha bir mezar,
            Üstünde ne adı var, ne soyadı var.
            Yolcu, arabayı durdur bu yerde
            Bir sor, kimdir yatan tenha kabirde?

           
O bir Türk askeri, kahraman, metin!
            O öz kardeşine yardıma geldi.
            Kurşuna dizlen milletimizin,
            Haklı savaşına yardıma geldi.[14]
Vahabzade hakkında birçok eser Türk Edebiyatı dergisinde yayımlanmıştır. Karaman şairden derlediği hatırları ‘‘Bahtiyar Vahabzade Anlatıyor” başlıklı yazısında şairden dinlediği hatırları bir araya getirir. Bu hatıralarda şairin, Türkiye’ye Türk aydınlarına olan muhabbeti görülür. Şairin Türkiye’ye olan duyarlılığı her satırda kendisini gösterir. Sovyetler Birliği döneminde dahi zor şartlar altında da olsa ülkemize olan sevgisi her zaman gönlünde saklanmıştır. Türkiye’de yaptığı bir yolculukta yaşadıkları şairi heyecanlandırır:
            Şair, rahmetli Ahmet Kabaklı’nın daveti üzerine Türkiye’ye gider. İstanbul’da birkaç gün konuğunu ağırlayan Kabaklı, Vahabzade’ye bir gün sonra Ankara’ya gitmek için uçakta iki kişilik yer ayırttığını söyler. Vahabzade de Kabaklı’ya uçakla değil de kara yoluyla gidip gidemeyeceklerini sorar. Kabaklı’dan bu konuda olumlu cevap gelince, İstanbul’dan Ankara’ya kara yoluyla gitmeye karar verirler. Yola çıkmadan önce Vahabzade eline bir kalem bir de defter alır. Yolda levhalarda gördükleri yer isimleri teker teker kaydeder. Bu isimlerin birçoğunun Azerbaycan’da,  hatta kendi memleketi olan Şeki’de yer ismi olarak kullanıldığını görür. Ortak toponimlerin bu kadar çok olmasına sevinen şair, yolda mola verdiklerinde Kabaklı’dan izin ister hemen yanlarında kendileri gibi dinlenen yolcuların masasına selam verip oturur. Oradaki yolcularla biraz sohbet ettikten sonra kendisini tanımadıklarını anlayan Vahabzade, masasına konuk olduğu Türkiye’li yolculara kendisinin nereli olduğunu sorar. Onlar da Vahabzade’yi tanımadıkları için konuşmasından Kars’lı ya da Ardahan’lı olabileceğini söylerler. Şair, yolcuların vermiş olduğu bu cevaba çok sevinir.[15]
Vahabzade Ana dilinde hassas bir aydındır. Birçok şiirinde ve makalesinde ana diliyle ilgili çalışmalar ele almıştır. Ana dilinin horlandığı, ikinci plana itildiği Sovyetler Birliği döneminde imalı da olsa Azerbaycan Türkçesinin önemi üzerinde durmuş, ana dilini kaybeden bir milletin yok olacağını sembollerle vurgulamıştır. Birçok eserinden şair ana diline olan sevgisini etkili bir dille ele almıştır. Karaman şairin Sovyetler Birliği döneminde ana dili hakkında kaleme aldığı eserlerden hareketle şairin ana diline verdiği önemi incelemiştir. Şair ana dili hususunda çok hassastır. Ana dilinin hor görülmesini, ana dilinin yerini başka bir dilin almasını içine sindiremez. "Riyakar' şiirinde çocuğunu Rus dilinde eğitim öğretim faaliyetlerini yürüten okula kaydettiren bir öğretmene şöyle seslenir:
Beni evladıma ana dilinde
Ders veren muallime bak
Vatan diyen öz evladını,
Ecnebi dilinde okutur ancak.
Özgeye dilim öğren diyorsun.
Özünse bu dili beğenmiyorsun.
Her milletin ana dili o milletin varlığının teminatıdır. Dilsiz bir millet yoktur. Şair, 1980'li yıllarda Güney Azerbaycan'dan Farsça yazılmış bir mektup alır. Mektupta: "Sizdenim, yanı Azerbaycan Türküyüm, ama ana dilimi bilmiyorum. Dilimi öğrenmek için bana bir kitap gönderin." der.
Bu mektubu alan Vahabzade, soydaşının ana dilini bilmemesine çok üzülür. "Ne ondansın, ne bundan" başlıklı şiirini yazar. Şair, Güney Azerbaycanlı Türk'e şiirinde:
Sehvini anlayanı düz olmazdı kınamak.
Günahı azaltır, günahını anlamak.
Bu yaradır.
Bu yerde yarılanır bu yara.
Ne deyek ne ad verek.
mısralarıyla cevap verirken, ana dilini bilmeyenleri de şu mısralarıyla eleştirir:
Anan bunu etmedi,
O sana öğretmedi.
Anasının dilini.
Anan sana öğretti ağasının dilini.
Öz doğma evladına doğma ana dilini
Öğretmeyen analar,     
Bes ana adlanmaya sızın hakkınız var mı?
Dilinizi kınarken,
Özünüzü kınadınız.
Ancak bu alçaklığı yücelik sandınız.
Ey kökünden ayrılıp öz özünden kaçanlar.
Emin olun sizi de bir gün kınayacaklar
Ana dilini bilmeyenlere birçok eserinde seslenen şair bir makalesinde yaşamış olduğu bir olayı şöyle anlatır: Azerbaycan'da önemli makamlarda bulunan birçok aydın ana dilini bilmemektedir. Ben bu yakınlarda Baku Belediye Encümeni Başkanıyla görüştüm. Benimle bir iki kelime bile ana dilinde konuşamadı. Halbuki anayasaya göre cumhuriyetin resmi dili Azerbaycan Türkçesi'dir. Ana dilini bilmemesi o kendisinin meselesidir. Fakat, resmi dil olarak ana dil kabul edilmişse, devletin önemli bir makamında bulunan birisinin resmi dili bilmemesi neyle izah edilebilir?"[16] Karaman’ın bahsedilen çalışması Jurnal Of Qafqaz dergisinde yayımlanır.[17]
Karaman’ın Vahabzade hakkında kaleme aldığı diğer bir çalışmada Türk Dünyasının Sesi: Bahtiayar Vahabzade başlıklı kitaptır. Eser Kafkas Araştırmaları Enstitüsü Yayınları arasında çıkar. Eserde şairin hayatı, yetiştiği çevre kısaca ele alındıktan sonra şiirlerinden örnekler verilir. Türkiye Vahabzade birçok Türk aydını tarafından sadece şair yönüyle tanınır. Şairin piyeslerinden, hikaye ve gazete yazılarından birçok Türk aydınının haberi yoktur. Bundan dolayı da şairi Türk aydını her yönüyle tanımamaktadır. Oysaki Vahabzade şair olması yanında toplumdaki çarpıkları ele alan ve görüdüğü yanlışlıkları kalemiyle düzeltmeye çalışan bir köşe yazarı, tarihi ve milli değerlerin ışığında gençliğe mesajlar veren piyes yazarı, birçok hikaye yazarına taş çıkaran hikaye yazadır. Karaman şairin bu yönlerini ele aldığı eserde bahsedilen türlerden vermek suretiyle şairi her yönlü olarak Türk okuyucusuna tanıtmayı amaçlanmıştır.[18]
Vahabzade^’nin Vatan Millet Anadili eseri Atatütk Kültür Merkezi yayınları arasında çıkar. Bahtiyar Vahabzade’nin farklı konularda kaleme aldığı makalelerden oluşan eser, şairin dünya görüşünü yansıtan eserdir. Yabancı dilde eğitimden, Karabağ soruna; vatan sevgisinden edebiyat ve sanata  kadar farklı konuları ihtiva eden eser, Vahabzadenin farklı dönemlerde çeşitli gazete ve dergilerde kaleme aldığı makalelerden oluşmaktadır. Bahsedilen eserde yabancı dilde eğitimin zararları başlığı altındaki makalesinde Vahabzade şu hususlara temas eder: Sovyetler Birliği döneminde Rusça bilmeyenlere iş verilmediği için veliler çocuklarını Rusça eğitim öğretim yapan okullara gönderir. Böylece zamanla ana dilde eğitim yapan mekteplerin sayısı her geçen gün azalır.Rus mekteplerinde ise milli duygudan uzak insanlar yetiştirilir. Şair milli histen mahrum olan mankurtlar yetiştidiğine dikkat çeker.[19]
Şairin Türkiye’de Ömür Kitabı yanında şiirlerinden seçilen diğer eserleri de vardır. Bunun yanında Vahabzade’yle yapılan birçok röportaj Türkiye’de yayınlanır. Farklı dönemlerde yapılan röportajlarla şairin farklı konulardaki fikirleri Türk okuyucusuna sunulur. Bunun yanında bazı piyesleri de Türkiye’de sahnelenmiştir.




SONUÇ:

Sovyetler Birliği döneminde Azerbaycan ve Türkiye arasında sınırların kapalı olmasına rağmen Vahabzade, eserleriyle Türk basınında yer almaya başlar. Sovyetler Birliği döneminde Türk edebiyatında yer alır, eserleri Türk aydınlarının ilgisini çeker. Sovyetler Birliği gibi bir ülkeden milli, manevi değerlere önem veren ve bu değerlerin lüzumunu savununa Sovyet aydının olması birçok Türk okuyucusunu etkileşmiştir. Şairin hayatı ve eserleri Türk edebi çevreleri tarafından takip edilir, incelenir. Böylece şair Türk aydınları tarafından daha yakından tanınır.  Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra şairle ilgili çalışmalarda Türkiye’de artış gözlenir. Bu dönemde birçok kitabı Türkiye Türkçesin aktarılır. Şair, sık sık Türkiye’yi ziyaret eder. Bu dönemde Türk okuyucusu tarafından daha yakından tanınır. Vahabzade bu dönemde Türkiye’deki edebi gelişmeleri sürekli takip eder. Yer yer Türkiye’deki tartışmalara o da katılır. Çeşitli yayın organlarında fikirlerini dile getirir. Türkiye ve Azerbaycan halkının ortak tarihi geçmişi, iki milletin kader birliği etmesi ve milli manevi değerlerinin müşterekliği gibi unsurlar şairin Türkiye’de hüsnükabul görmesini kolaylaştırmıştır. Ayrıca şairin, gerek manzum gerekse mensur eserlerinde ele aldığı, üzerinde durduğu konular Türk insanın da değer verdiği ve yaşadığı sıkıntılar olduğu için Türk okuyucusu da Azerbaycan halkı gibi şairin eselerine değer vermiştir. Bundan sonraki süreçte de Vahabzade’nin diğer eserlerinin de süratli bir şekilde Türk okuyucusuna sunulması önem arz etmektedir.




[1]Vahabzade, Bahtiyar, Ömürden Sayfalar, Ötüken Yayınları, İstanbul 2000, s. 263-265.                                                              
[2] Ahmet Bican Ercilasun, Milli Eğitim ve Kültür Dergisi, No: 2,  Mart 1979.
[3] Erdal Karaman, Bahtiyar Vahabzade ile Dil Kültür ve Tarih Üzerine Söyleşi, Jurnal Of Caucasian Studies, Number 1 Fall 2004, s. 11.
[4] Bahtiyar Vahabzade, Eserleri, cilt 12, Bakı 2009, s. 740.
[5] Mehmet Kaplan, Türk Edebiyatı, sayı 123, yıl 1984.
[6] Bahtiyar Vahabzade, Eserleri, cilt 12, Bakı 2009, s. 744.
[7] Bahtiyar Vahabzade, Eserleri, cilt 12, Bakı 2009, s. 756.
[8] Bahtiyar Vahabzade, Sonbahar Düşünceleri, İstanbul 1993, s. 138.
[9] Bahtiyar Vahabzade, Gün Var Bin Aya Değer, İstanbul 1993, s. 3.
[10] 21-25 Mart 1993 Türk Devlet ve Toplulukları, Dostluk, Kardeşlik ve İşbirliği Kurultayı, Antalya.
[11] Bahtiyar Vahabzade, Eserleri, age, s. 79.
[12] Edebi Düşünceler, Bakı 2000.
[13] Hüsniye Zal Mayadağlı, Bahtiyar Vahabzade, Hayatı ve Eserleri, Ankara 1998.
[14] Bahtiyar Vahabzade, Soru İşareti, İstanbul 2002, s. 61.
[15] Erdal Karaman, Türk Edebiyatı Dergisi, Türk Edebiyatı,No:398, Yıl: 2006.

[16] Bahtiyar Vahabzade. Ömürden Sayfalar. İstanbul 2000. s. 133.
[17]Erdal Karaman, Bahtiyar Vahabzade’nin Ana Dilinde Verdiği Mücadele, Jurnal of Qafqaz University, No:8,pg:6, 2001.
[18] Erdal Karaman, Türk Dünyasının Sesi: Bahtiyar Vahabzade, Bakü 2009.
[19] Bahtiyar Vahabzade, Vatan Millet Anadili, Ankara 1999, s. 77.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder