Bahtiyar
Vahabzade Azerbaycan’ın yetiştirdiği önemli şahsiyetlerden birisidir.
Azerbaycan’ın taşra bölgesi diyeceğimiz Şeki’de dünyaya gözlerini açan
Vahabzade’nin çocukluk dönemi Sovyetler Birliğinin Azerbaycan’da kendi düzenini
kurmak için mücadele verdiği, Azerbaycan’ı Sovyet sistemine dahil etmek için
halka baskı yaptığı dönemde geçer. Bu dönemde gerçekleşen hadiseler küçük
Bahtiyar’ın hayatında önemli rol oynar. Zira körpe dimağına kazınan hadiseler,
şairin ileride dünya görüşünün şekillenmesinde, dünyaya bakış açısını belirlenmesinde
başat rol oynayacaktır. Özellikle Şeki’de Sovyet sistemine karşı halkın karşı
çıkıp yıllarca mücadelesini dağlarda sürdürmesi ve daha sonra gelişen olaylar
şairi derinden etkilemiştir. Vahabzade, bahsedilen dönemde bir taraftan halkın
verdiği mücadeleyi yakından görür, diğer taraftan Türkiye ilişkilerin en aza
indirildiği, Türk isminin yasaklandığı dönemi de idrak eder. Bu dönemde
yasaklılar listesinde olan Türkiye ve Türkler onun gözünde efsanevi hale gelir.
İlkokul öğretmeni ve ailesinin Türkiye hakkında anlattığı hikayeler küçük
Bahtiyar çok etkilenir. Türkiye onun gözünde her geçen daha da büyür. Çocukluk
yıllarında başlayan bu sevgi ve özlem gençlik yıllarında gitmek, görmek için
can attığı bir ülkedir. O ilk defa bu fırsatı 1961 yılında yakalar. Bu
unutulmaz ziyareti kendi ağzından dinleyelim:
“Dedemin,
babamın ve amcalarımın ağzından Türkiye hiç düşmezdi. Ben şimdi soyumdan gelen
arzuların hayallerin ülkesi olan Türkiye’ye gidiyorum. Sabah erkenden kalkıp
tıraş oldum. Otuz beş yıldır hasretini çektiğim, ismini zaman zaman andığımda
bütün bedenimi titreten, koluma kuvvet, ayağıma takat, gözlerime ışık veren bir
şehre, İstanbul’a, gidiyorum. Ümitgahım, önünde boyun eğdiğim, zorla elimden
alınan adımın sahibi, namusumun, izzet ve şerefimin koruyucusu, gören gözüm,
vuran kolum, düşünen beynim, yardımcım, dayanağım, bayrağım, kaybettiğim
tarihim, geçmişim, ana dilim, şerefim hepsi sendedir.
Kamaranın
penceresinden bakıyorum uzakta fener yanıp sönüyor. Allahım! İlk defa Türk
ışığı görüyorum. O ışıkta benim arzularım yanıyor. Ey fener, sen sana tarih
boyu düşman olan bir milletin gemisine yol gösteriyorsun. O geminin içinde sana
can vermeye hazır birisi var.”
Türkiye’ye,
kimlik kontrolünden sonra ayak basan Vahabzade’nin heyecanı devam eder. Türkiye
Cumhuriyeti yazılı mühür şairi duygulandırır: “Ben sana kurban olayım. Ey
benim cumhuriyetim! Ey benim benden uzak vatanım! Benim için yanan ve bana
elini uzatamayan vatanım! İzin belgesinin üzerindeki mührü döne döne öpüyorum.
Otuz beş yıldır vesikalarımın üzerinde Rus dilinde yazılı ifadeler vardı, ilk
defa şimdi kendi dilimde yazılı bir ibare var kimliğimde. Ömründe sadece on
saat benim kim olduğumu gösteren vesika ise ilk defa kendi dilimdeydi. Ben
ancak şimdi ben oldum.”[1]
Şair Türkiye’ye
olan hissiyatını bu etkileyici ve samimi sözlerle ifade ederken Türk aydınlar
da onun ve sanatının farkına varırlar. Sovyetler Birliği döneminde şair hakkında
Türk edebiyatında çalışmalar yayımlanmaya, onun eserleri, hayatı ve fikirleri
Türk okuyucusuna sunulmaya başlanır. Böylece şair tüm yasaklara rağmen Türk
aydınlarının dikkatini çekmeye başlar. Vahabzade’nin Türk edebiyatındaki yerini
Sovyetler dönemi ve sonrası olmak üzere iki ana başlık atında ele almak mümkündür.
1.
Sovyetler Birliği Döneminde
Türk Edebiyatında Vahabzade:
Sovyet Birliği
döneminde demir perde Türkiye ve Azerbaycan arasına aşılmaz set çeker. Bu
dönemde Türkiye ve Azerbaycan arasındaki kültürel ilişkiler yok denecek kadar
azdır. Buna rağmen, kısmen de olsa, Azerbaycan ve Türkiye arasında kültürel
bağlar vardır.
Bu dönemde şair ilk defa Türk edebiyatında
Saadet Çağatay’ın Türk Lehçelerinden Örnekler II kitabında yer alır. Şairin
bahsedilen eserde ‘‘Ana Dili’‘, ‘‘Kağızlar’‘ ve ‘‘Bize Öyle Gelir Ki…’‘ adlı
şiirlerine yer verilir. Buna müteakip
Vahabzade’nin eserlerini Türk Edebiyatında görülmeye başlar. Türk Edebiyatındaki
şiirleri Ahmet Şmid’in yorumlarıyla yayımlanır. Böylece şairin eserleri daha
geniş kitlelere ulaşmaya başlar. Şair
bu şekilde birçok Türk okuyucusu tarafından tanınır. Ercilasun, Vahabzade’nin
eserlerini ele aldığı çalışmasında onun eserlerinin Türk edebiyatı için yeni
bir ses olduğunu dile getirir. Bu eserlerle Azerbaycan Türkçesi ve musikili
şiirlerinin Türkiye’ye açıldığını, Türk okuyucusuna sunulduğunu dile getiren
yazar, şiirin esrarengiz güzelliğini kaybetmek üzereyken Vahabzade’nin sır
dolu, efsunlu dizelerinin imdadımıza yetiştiğini belirtir. [2]
Bahsedilen
ilişkilere Bahtiyar Vahabzade’nin 1972 yılında Varlık dergisinde yayımlanan ‘‘Yel
Kayadan Ne Aparır’‘ başlıklı makalesi en güzel örnektir. Şair, bu dönemde
Türkiye’deki divan edebiyatı ile ilgili tartışmalara katılır. Bu hadiseyi
kendisinden dinleyelim: Almanya'da idim. Orada Ahmet Şmide adında Müslüman
olmuş Alman bir dostum vardı. Türkçeyi çok güzel biliyordu. Ona Türkiye'den
dergiler geliyordu. O dönemde ‘’Varlık’’ dergisinde ''Ölü Edebiyat'' adlı Divan
edebiyatını kötüleyen bir makale okudum. Makalede çağdaş Türk gençliğine
Fuzuli'yi öğretmenin gereksizliği savunulur. Aynı dergide ilgili yazıya bir
cevap niteliğinde ''Yel Kayadan Ne Aparır'' başlıklı bir yazı gönderdim. O
makalemde, '' Ben bu makalemi yazarken kulaklarıma bir kahkaha sesi geldi.
Baktım ki büyük bir kayanın üstünde Fuzuli, Nâbi, Y. Kemal, Bâki oturmuşlar
bana gülüyorlar. Onlara: -''Niçin gülüyorsunuz'' diye sordum.
Onlar da:
‘’-Bizim gibi
büyük dâhilerin A. Zeki Eyüboğlu’ndan korkumuz yok. Senin gibi küçük şairlerin
de müdafaasına muhtaç değiliz.’’ dediler. Şeklinde düşüncelerimi dile
getirmiştim.[3]
Bahtiyar
Vahabzade’nin eserlerini Türkiye’de ele alan diğer bir aydın da Yavuz Akpınar’dır.
O da şairi, eserlerini analiz etmek suretiyle Türk okuyucusuna tanıtır. Bir
çalışmasında, Vahabzade’nin sanatını ve eserlerini şu ifadelerle değerlendirir:
‘‘Onun şiirlerinde derin bir fikir ve düşünce ile karşılaşırız. Şair, hayatta
şahit olduklarını duygu ve düşüncelerini şiirin esrarengiz diliyle dile getirmede
mahirdir. Başkaları için şiir mevzusu olmayan konular, mevzular görüş ve
fikirler onun nefesinde şiire çevrilir. Kısaca o şiirle düşünen sanatkârdır. Onun
şiirleri insanın içinde için için yanan bir ateşe benzer. Ona göre asrın nabzı
şiirde vurmalıdır. Şair, okuyucuyu derin derin düşündürmeli, vatan ve millet
aşkıyla dolup taşmalı, yumruğa dönüp vatanını, milletini ve milli benliğini
inkar eden, yabancı düşünce ve hayat tarzını taklit eden mukallitlerin ve
kendini bilmezlerin başını ezmelidir.[4]
Vahabzade
ile ilgili önemli değerlendirmelerde bulunan diğer bir aydın da Mehmet
Kaplandır. Mehmet Kaplan Türk Edebiyatı dergisinin 123. sayısında şairin ‘‘Mugam’‘
şiirini ‘‘Birillant Gibi Bir Şair’‘ başlıklı makalesinde değerlendirir. Bu
makalesinde şair Vahabzade’nin sözü edilen şiirini şekil özellikleri yönüyle değerlendirdikten
sonra Vahabzade Türk Edebiyatındaki bazı şairlerle karşılaştırır. Mugam
şiirindeki ‘‘men’‘ redifini kullandığına dikkat çeker ve şiirde insanın
benliğini ve iç dünyasını ifade etme gayretinde olduğunu dile getirir. Bu yönüyle
Eski Türk edebiyatında özellikle de Tasavvuf edebiyatında ‘‘ben’‘ gücünü
Allah’tan alan bir insan hatta onunla birleşen bir varlık olarak görülür, diyen
Kaplan bu şiiri Şeyh Galip’in;
Hoşça bak zatına ki zübde-yi alemsin sen,
Merdum-ı dide-yi ekvan olan ademsin sen
Şiirindeki
gibi soysal ve mana yönünden ağırlık taşıdığına dikkat çeker.
Diğer
taraftan Kaplan ‘‘Ben ben değilem, bir ulu fikrin özüyem’‘ mısrasını Yunus
Emre’nin;
Beni
bende deme, bende değilim,
Bir
ben var bende, benden içeri.
Dizelerinde yer işlenen derin
mana ile paralellik gösterdiğine dikkat çeker. Aynı makalede Kaplan,
okuyuculara şöyle seslenir: Azerbaycan’da Bahtiyar Vahabzade adında bir şair yaşıyor,
onu Türkiye’de kaç kişi tanıyor ve eselerini okuyor, diye sorar. Makalesinin
sonunda Azerbaycan ve Türk halkının kardeş olduğuna dikkat çeken yazar,
Fuzuli’nin hem Azerbaycan hem de Türkiye’nin şairi olduğunu belirtir. Türk
aydınlarının yönünü Batıya çevrimesindne
yakınır ve aynı zamanda yönümüzü kardeş edebiyata döndremeliyiz der.[5]
Mehmet
Dursun Milli Kültür dergisinde ‘‘Payız Düşünceleri’‘nde büyük arzular başlıklı
yazısında şairin ‘‘Payız Düşünceleri’‘ kitabı hakkındaki düşüncelerini dile
getirir. Dursun sarraf dakikliği işe ele
aldığı mısralarda öz kimliğinin ve ebediyet sırlarını aradığını dile getirir. Vahabzadenin
sesine her zaman ses verildiğini dile getirdiği çalışmada onun birkaç neslin
yetişmesinde önemli katkıları olduğunu vurgular. Ebedibi gelenekteki büyük halk
muallimlerinin vazifesini Vahabzade’nin devam ettirdiğini, halkın milli duyguyu
hissetmesinde önemli görev üstlendiğini dile getirir. Şairin dertsiz ve gamsız
bir şair olduğune inanan halkın bu hissinde yanıldığını dile getirir. Kendisini
yakından tanımayanlara sorduğu ‘‘Sen nereden bilirsin ben ne çekerim” şeklinde
okuyucuya sorduğu soruyla şairin gamlı ve kederli olduğuna dikkat çeker.[6]
Vahabzaden’in
bahsedilen makalesi Türkiye’de yankı doğurur. Birçok Türk aydını Vahabzade’nin
fikirlerini bu makaleyle öğrenme fırsatı elde eder.
2.
Sovyet Sonrasında Bahtiyar
Türk Edebiyatında Vahabzade:
Sovyet
öncesinde Türk edebiyatında bazı aydınlar tarafından eserleri ele alınan
şiirleri kritik edilen şair Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra sınırların
açılmasıyla birlikte Türkiye’de ismi daha çok duyulmaya başlar. Kendisi de
Tükiye’yi sıkça ziyaret eden Vahabzade aynı zamanda birçok Türk aydını
tarafından hakkında çeşitli çalışmalar yapılırken birçok şiiri çeşitli
dergilerde Türkiye Türkçesine aktarılmış
şekilde Türk okuyucusuna sunulur. Bu süreçte şair Türkiye’de eserleri
birçok okuyucu tarafından olunan, fikileri öğrenilen şairlerden birisi olur.
Vahabzade
hakkında çeşitli çalışmalar kaleme alan Türk aydınlardan birisi de Yavuz Bülent
Bakilerdir. Bakiler Sovyettler Briliği döneminde 1980 yılında Vahabzade ile Bakü’de
görüşürler. 1982 yılında ikinci defa kendisiyle görüşen Bakiler kendisine olan
hayranlığını ömür boyu unutamayacağını dile getirir. İki şair Hazar sahilinde
baş başa görüşür. Halkın Vahabzadeye olan saygı ve hürmetine şahit olan
Bakiler, şaire gençlerin sen bizim gururumuzsun, sen bizim şerefimizsin
sözlerini unutamaz. Bakiler, farklı dönemlerde Vahabzade ile ilgili çalışmalar
kaleme alır. Eserleri şerh eder. Bakiler şairi değerlendirirken Türk
Edebiyatında Mehmet Akif Ersoy, Yahya Kemal Beyatlı ve Necip Fazıl Kısa Kürek
ne ise Azerbaycan Edebiyatında da Bahtiyar Vahabzade odur, şeklinde şair
hakkında duygu ve düşüncelerini dile getirir.[7]
Sovyetler
Birliğinin dağılmasıyla birlikte şairin kitapları Türk okuyucusuna sunulmaya
başlar. Daha önceki dönemlerde şiirleri üzerinde durulan şairin bu dönemde
kitaplarının süratli bir şekilde belli dönemlerde Türkiye Türkçesine
aktarıldığı görülür. Bu eserlerden birisi de 1993 yılında Kültür Bakanlığı
yayınları arasında çıkan ‘‘Sonbahar Düşünceleri”isimli kitaptır. Şiirlerinden
seçilen eser dönemin kültür bakanı Fikri Sağlar’ın takdimi ile yayımlanır. Farklı
dönemlerde ele aldığı şiirlerden bazıları şunlardır: ‘‘Vatandaş”, ‘‘Güz
Düşünceleri”, ‘‘Ne Ondan Ne Bundan”, ‘‘İstanbul’‘ gibi şiirler yer alır.
İstanbu şiirinde bu güzel şehre karşı hissiyatını şu satılarla dile getirir:
Bosfor körfezi…
İki kıta
Dayanmış birbirine
Ortasında bu yolun
Bir tarafı Avrupa’dadır.
Bir tarafı Asya
İstanbul’un…
Türk oğlu durup
ortasında
Seyreder sağını,
Solunu.
Bir şehirde birleşir
İki kıtada.
Birinin başlangıcıdır,
Birinin sonu…[8]
1993 yılında
Nil yayınları arasında çıkan ‘‘Gün Var Bin Aya Bedel” adlı şiir kitabı da Türk
okuyucusu için hazırlanan şiirlerden oluşmaktadır. Eser Fatih Bağcıoğlu’nun
kaleme aldığı takdimle başlar. Bağcıoğlu, takdimde şairin hayatı ve eserleri
üzerinde kısa bir değerlendirmede bulunur. Bu eserde de şairin farklı
dönemlerde kaleme aldığı şiirler yer almaktadır. İnsan ve Zaman ara başlığı ile
başlayan eser ‘‘Allahü Ekber”şiiriyle başlar. Şiirden önece Vahabzade’nin
Sovyet döneminde yaşadıkları istibdadı dile getiren satırlar yer alır: ‘‘Belli
sebepler yüzünden totaliter rejimin hüküm sürdüğü yıllarda kalbimden gelen
itiraz seslerini yansıtan şiirlerimi yansıtamamış, arşivimde saklamıştım. Aynı
şiirlerin bir kısmını belli aralıklarla periyodik olarak basında ve son
zamanlarda basılan ‘‘Masal Hayat” adlı kitabımda okuyuculara sundum. 1977
yılında İstanbul’da sabah ezanıyla uyanmıştım. Minareden işittiğim ‘‘Allahü
Ekber” sesi beni büyüledi. Gün boyunca bu sesin tesirinden kurtulamadım. ‘‘Allahü
Ekber’‘şiirini yazdım.”
Allah’a yücelen ulu bir
yolun
İlkin pillesidir Allahü
Ekber
Hakkı dananların yüzüne değmiş
Hakkın sillesidir Allahü
Ekber
Göklerin nidası yücelip
yerden,
Daima halas eder, hayrı
şerden.
Kudret-i
Kamil’in minarelerinden
Gelen nağmesidir Allahü
Ekber[9]
Bahtiyar
Vahabzade sınırlar açıldıktan sonra sık sık Türkiye’yi ziyaret eder, çeşitli faaliyetlere
katılır. Antalya’da 1993 yılında Türk Halklarının Birliği Kurultayında temsilciler
adına son söz şaire verilir, Vahbazade Türk topluluklarından gelen temsilcilere
o gün şöyle seslenir: ‘’Bugün bizim kurultayımızın Türkiye’de gerçekleşmesi
tesadüfü değildir. Çünkü Türkleirn büyük bir kısmı esir durumda iken Türkiye
yegane bağımsız devletti. Türk devleti ay yıldızlı öz bayrağı altında bağımsız
yaşamış diğer esir Türk devletlerinin bağımsızlık hakkını diğer ülkelere
anlatan tek devletti. İstiklal uğruna vatanlarından ayrı düşen, dünya
Türklerinin büyük liderlerini Türkiye korumuş, onlara kucak açmıştır. Biz bunu
hiçbir zaman unutmayız. Bundan dolayı da bugün Kurultay geçirdiğimiz ana Türkiye’mizi
dünya Türklüğünün merkezi bilir, başkenti sayarız.’’[10]
Vahabzade,
Türk aydınlarının çalışmalarını takip eder, Türkiye’deki tartışmalara katılır,
fikrini dile getirir. Türk matbuatında Ahmet Kabaklı’nın Türk Edebiyatında
çıkan ‘‘Alperen Eğitimi Edebiyata Karşı Üçüncü Kültür İhtilalı” başlıklı bir makalesini
okur. Makalede özünü inkar eden, milli benliğine düşman olan unsurlardan
bahsedilir. Şair, bu çalışmayı okuduktan sonra Kabaklı’ya bir mektup yazar
mektubunda fikirlerini şu özlü sözlerle Kabaklıya iletir: Aziz kardeşim, dış
düşmanla savaşmak kolaydır. Çünkü onun konumu bellidir, hedefi açıktır. İç
düşmanla savaşmak her zaman çetindir. Kurt ağacı içten yediği gibi biz Türkleri
de samimiliğimizden düşman her zaman bizi içeriden dağıtmaya çalışmıştır. Bir
milleti mahvetmek için onun üzerine atom bombası atmak gerekmez, manevi
değerlerini, dilini, tarihini, zedelemek, hafızasını silmek yeterlidir. Ben
hiçbir zaman anlamadım bir millet öz diline, milli varlığına, öz tarih ve
edebiyatına kısaca özüne nasıl düşman olur?’’[11]
Vahabzade’nin
Türk edebiyatından takip ettiği süreli yayınlardan birisi de Yağmur dergisidir.
Yağmur dergisinin ilk sayılarını okuyan şair dergiye bir mektup yazar.
Mektubunda Türkiyede Osta Asya ve Azerbaycanlı birçok şairin eselerinin
yayımlandığını fakat dergilerde sadece Türkiye Türklerinin şairlerinin eserlerinin
yorumlandığına dikkat çeker. Türk şiirinin sadece Türk şiirinden ibaret olmadığını
150 milyonluk bir Türk dünyasının ve edebiyatının olduğunu söyler. Eğer siz
bizleri de Türk edebiyatı olarak görüyorsanız o zaman niçin bizi unutuyorsunuz
şeklinde soru yöneltir.[12]
Bahtiyar
Vahabzade Sovyet sonrasında Türkiye hakkında akademik çalışma yapılan şahsiyetlerden
birisidir. Hüsniye Mayadağlı, doktora tezinde şairin hayatını ve eselerini
değerlendirir. Çalışmada şairin hayatı ele alındıktan sonra eserleri üzerinde
durulur. Çalışma şu başlıklar altında değerlendirilmiş: ‘’Bahtiyar Vahbzade’nin
hayat hikayesi başlığı altında şairin doğumu, ailesi, çocukluk dönemi, gençlik
yılları, evliliği, Vahabzade’nin ruhi yapısı, sanat anlayışı konuları ele
alınmış. Eserleri başlığı altında da şairin sanat hayatı üzerinde durulmuş.[13]
Vahabzade’nin
eserleri faklı dönemlerde Türkiye Türkçesine kazandırılır. 2002 yılında Erdal
Karaman, Bayram Gündoğdu ve Seriye Gündoğdu’nun şairin eserlerinden seçtiği
şiirlerinden oluşan ‘‘Soru İşareti” adlı kitabı yayımlanır. Eserde şairin
eserlerinden kendisinin seçtiği şiirler yer alır. Şair kitabında yer almasını
istediği şiirleri önceden seçer daha sonra bu şiirleri bahsedilen eserde
değerlendirir. Daha çok Türk okuyucusuna hitap eden şiirlerin yer aldığı eserde
‘‘Yunus Emre’ye”, Tenha Mezar”, ‘‘Deprem”, Millete Hizmet” vb. şiirler yer
alır. Sözü edilen eserde Türkiye ile ilgili şiirlerde yer alır. Tenha Mezar
başlıklı şiirinde 1918 yılında Azerbaycan’ın yardımına gelen ve vuruşmalar
sırasında şehit olan Türk askerlerine seslenir. Bahsedilen dönemde ölüm kalım
mücadelesi veren Azerbaycan Türklerine canlarını veren Türk askerlerine
seslenir:
Yolun kenarında tenha bir mezar,
Üstünde ne adı var, ne soyadı var.
Yolcu, arabayı durdur bu yerde
Bir sor, kimdir yatan tenha kabirde?
O bir Türk askeri, kahraman, metin!
O öz kardeşine yardıma geldi.
Kurşuna dizlen milletimizin,
Haklı savaşına yardıma geldi.[14]
Vahabzade
hakkında birçok eser Türk Edebiyatı dergisinde yayımlanmıştır. Karaman şairden
derlediği hatırları ‘‘Bahtiyar Vahabzade Anlatıyor” başlıklı yazısında şairden
dinlediği hatırları bir araya getirir. Bu hatıralarda şairin, Türkiye’ye Türk
aydınlarına olan muhabbeti görülür. Şairin Türkiye’ye olan duyarlılığı her
satırda kendisini gösterir. Sovyetler Birliği döneminde dahi zor şartlar
altında da olsa ülkemize olan sevgisi her zaman gönlünde saklanmıştır. Türkiye’de
yaptığı bir yolculukta yaşadıkları şairi heyecanlandırır:
Şair,
rahmetli Ahmet Kabaklı’nın daveti üzerine Türkiye’ye gider. İstanbul’da birkaç
gün konuğunu ağırlayan Kabaklı, Vahabzade’ye bir gün sonra Ankara’ya gitmek
için uçakta iki kişilik yer ayırttığını söyler. Vahabzade de Kabaklı’ya uçakla
değil de kara yoluyla gidip gidemeyeceklerini sorar. Kabaklı’dan bu konuda
olumlu cevap gelince, İstanbul’dan Ankara’ya kara yoluyla gitmeye karar
verirler. Yola çıkmadan önce Vahabzade eline bir kalem bir de defter alır.
Yolda levhalarda gördükleri yer isimleri teker teker kaydeder. Bu isimlerin
birçoğunun Azerbaycan’da, hatta kendi
memleketi olan Şeki’de yer ismi olarak kullanıldığını görür. Ortak toponimlerin
bu kadar çok olmasına sevinen şair, yolda mola verdiklerinde Kabaklı’dan izin
ister hemen yanlarında kendileri gibi dinlenen yolcuların masasına selam verip
oturur. Oradaki yolcularla biraz sohbet ettikten sonra kendisini
tanımadıklarını anlayan Vahabzade, masasına konuk olduğu Türkiye’li yolculara
kendisinin nereli olduğunu sorar. Onlar da Vahabzade’yi tanımadıkları için
konuşmasından Kars ’lı
ya da Ardahan’lı olabileceğini söylerler. Şair, yolcuların vermiş olduğu bu
cevaba çok sevinir.[15]
Vahabzade Ana dilinde hassas bir
aydındır. Birçok şiirinde ve makalesinde ana diliyle ilgili çalışmalar ele
almıştır. Ana dilinin horlandığı, ikinci plana itildiği Sovyetler Birliği
döneminde imalı da olsa Azerbaycan Türkçesinin önemi üzerinde durmuş, ana
dilini kaybeden bir milletin yok olacağını sembollerle vurgulamıştır. Birçok
eserinden şair ana diline olan sevgisini etkili bir dille ele almıştır. Karaman
şairin Sovyetler Birliği döneminde ana dili hakkında kaleme aldığı eserlerden
hareketle şairin ana diline verdiği önemi incelemiştir. Şair ana dili hususunda
çok hassastır. Ana dilinin hor görülmesini, ana dilinin yerini başka bir dilin
almasını içine sindiremez. "Riyakar'
şiirinde çocuğunu Rus dilinde eğitim öğretim faaliyetlerini yürüten okula
kaydettiren bir öğretmene şöyle seslenir:
Beni
evladıma ana dilinde
Ders
veren muallime bak
Vatan
diyen öz evladını,
Ecnebi
dilinde okutur ancak.
Özgeye
dilim öğren diyorsun.
Özünse
bu dili beğenmiyorsun.
Her
milletin ana dili o milletin varlığının teminatıdır. Dilsiz bir millet yoktur. Şair, 1980'li yıllarda Güney
Azerbaycan'dan Farsça yazılmış bir mektup alır. Mektupta: "Sizdenim, yanı
Azerbaycan Türküyüm, ama ana dilimi bilmiyorum. Dilimi öğrenmek için
bana bir kitap gönderin." der.
Bu mektubu alan Vahabzade,
soydaşının ana dilini bilmemesine çok üzülür. "Ne ondansın, ne
bundan" başlıklı şiirini yazar. Şair, Güney Azerbaycanlı Türk'e şiirinde:
Sehvini
anlayanı düz olmazdı kınamak.
Günahı
azaltır, günahını anlamak.
Bu yaradır.
Bu yerde yarılanır bu
yara.
Ne deyek ne ad verek.
mısralarıyla cevap
verirken, ana dilini bilmeyenleri de şu mısralarıyla eleştirir:
Anan bunu etmedi,
O sana öğretmedi.
Anasının dilini.
Anan
sana öğretti ağasının dilini.
Öz
doğma evladına doğma ana dilini
Öğretmeyen
analar,
Bes ana adlanmaya sızın
hakkınız var mı?
Dilinizi kınarken,
Özünüzü kınadınız.
Ancak bu alçaklığı
yücelik sandınız.
Ey kökünden ayrılıp öz
özünden kaçanlar.
Emin olun sizi de bir
gün kınayacaklar
Ana dilini bilmeyenlere
birçok eserinde seslenen şair bir makalesinde yaşamış olduğu bir olayı şöyle
anlatır: Azerbaycan'da önemli makamlarda bulunan birçok aydın ana dilini bilmemektedir.
Ben bu yakınlarda Baku Belediye Encümeni Başkanıyla görüştüm. Benimle bir iki
kelime bile ana dilinde konuşamadı. Halbuki anayasaya göre cumhuriyetin resmi
dili Azerbaycan Türkçesi'dir. Ana dilini bilmemesi o kendisinin meselesidir.
Fakat, resmi dil olarak ana dil kabul edilmişse, devletin önemli bir makamında bulunan birisinin resmi dili bilmemesi neyle izah
edilebilir?"[16]
Karaman’ın bahsedilen çalışması Jurnal Of Qafqaz dergisinde yayımlanır.[17]
Karaman’ın
Vahabzade hakkında kaleme aldığı diğer bir çalışmada Türk Dünyasının Sesi:
Bahtiayar Vahabzade başlıklı kitaptır. Eser Kafkas Araştırmaları Enstitüsü
Yayınları arasında çıkar. Eserde şairin hayatı, yetiştiği çevre kısaca ele
alındıktan sonra şiirlerinden örnekler verilir. Türkiye Vahabzade birçok Türk
aydını tarafından sadece şair yönüyle tanınır. Şairin piyeslerinden, hikaye ve
gazete yazılarından birçok Türk aydınının haberi yoktur. Bundan dolayı da şairi
Türk aydını her yönüyle tanımamaktadır. Oysaki Vahabzade şair olması yanında
toplumdaki çarpıkları ele alan ve görüdüğü yanlışlıkları kalemiyle düzeltmeye
çalışan bir köşe yazarı, tarihi ve milli değerlerin ışığında gençliğe mesajlar
veren piyes yazarı, birçok hikaye yazarına taş çıkaran hikaye yazadır. Karaman
şairin bu yönlerini ele aldığı eserde bahsedilen türlerden vermek suretiyle
şairi her yönlü olarak Türk okuyucusuna tanıtmayı amaçlanmıştır.[18]
Vahabzade^’nin
Vatan Millet Anadili eseri Atatütk Kültür Merkezi yayınları arasında çıkar.
Bahtiyar Vahabzade’nin farklı konularda kaleme aldığı makalelerden oluşan eser,
şairin dünya görüşünü yansıtan eserdir. Yabancı dilde eğitimden, Karabağ
soruna; vatan sevgisinden edebiyat ve sanata
kadar farklı konuları ihtiva eden eser, Vahabzadenin farklı dönemlerde
çeşitli gazete ve dergilerde kaleme aldığı makalelerden oluşmaktadır. Bahsedilen
eserde yabancı dilde eğitimin zararları başlığı altındaki makalesinde Vahabzade
şu hususlara temas eder: Sovyetler Birliği döneminde Rusça bilmeyenlere iş
verilmediği için veliler çocuklarını Rusça eğitim öğretim yapan okullara
gönderir. Böylece zamanla ana dilde eğitim yapan mekteplerin sayısı her geçen
gün azalır.Rus mekteplerinde ise milli duygudan uzak insanlar yetiştirilir.
Şair milli histen mahrum olan mankurtlar yetiştidiğine dikkat çeker.[19]
Şairin
Türkiye’de Ömür Kitabı yanında şiirlerinden seçilen diğer eserleri de vardır.
Bunun yanında Vahabzade’yle yapılan birçok röportaj Türkiye’de yayınlanır.
Farklı dönemlerde yapılan röportajlarla şairin farklı konulardaki fikirleri
Türk okuyucusuna sunulur. Bunun yanında bazı piyesleri de Türkiye’de
sahnelenmiştir.
SONUÇ:
Sovyetler
Birliği döneminde Azerbaycan ve Türkiye arasında sınırların kapalı olmasına
rağmen Vahabzade, eserleriyle Türk basınında yer almaya başlar. Sovyetler
Birliği döneminde Türk edebiyatında yer alır, eserleri Türk aydınlarının
ilgisini çeker. Sovyetler Birliği gibi bir ülkeden milli, manevi değerlere önem
veren ve bu değerlerin lüzumunu savununa Sovyet aydının olması birçok Türk
okuyucusunu etkileşmiştir. Şairin hayatı ve eserleri Türk edebi çevreleri
tarafından takip edilir, incelenir. Böylece şair Türk aydınları tarafından daha
yakından tanınır. Sovyetler Birliği dağıldıktan
sonra şairle ilgili çalışmalarda Türkiye’de artış gözlenir. Bu dönemde birçok
kitabı Türkiye Türkçesin aktarılır. Şair, sık sık Türkiye’yi ziyaret eder. Bu
dönemde Türk okuyucusu tarafından daha yakından tanınır. Vahabzade bu dönemde
Türkiye’deki edebi gelişmeleri sürekli takip eder. Yer yer Türkiye’deki tartışmalara
o da katılır. Çeşitli yayın organlarında fikirlerini dile getirir. Türkiye ve
Azerbaycan halkının ortak tarihi geçmişi, iki milletin kader birliği etmesi ve
milli manevi değerlerinin müşterekliği gibi unsurlar şairin Türkiye’de hüsnükabul
görmesini kolaylaştırmıştır. Ayrıca şairin, gerek manzum gerekse mensur
eserlerinde ele aldığı, üzerinde durduğu konular Türk insanın da değer verdiği
ve yaşadığı sıkıntılar olduğu için Türk okuyucusu da Azerbaycan halkı gibi
şairin eselerine değer vermiştir. Bundan sonraki süreçte de Vahabzade’nin diğer
eserlerinin de süratli bir şekilde Türk okuyucusuna sunulması önem arz
etmektedir.
[1]Vahabzade, Bahtiyar,
Ömürden Sayfalar, Ötüken Yayınları, İstanbul 2000, s. 263-265.
[2] Ahmet Bican Ercilasun,
Milli Eğitim ve Kültür Dergisi, No: 2,
Mart 1979.
[3] Erdal Karaman, Bahtiyar
Vahabzade ile Dil Kültür ve Tarih Üzerine Söyleşi, Jurnal Of Caucasian Studies,
Number 1 Fall 2004, s. 11.
[4] Bahtiyar Vahabzade,
Eserleri, cilt 12, Bakı 2009, s. 740.
[5] Mehmet Kaplan, Türk
Edebiyatı, sayı 123, yıl 1984.
[6] Bahtiyar Vahabzade,
Eserleri, cilt 12, Bakı 2009, s. 744.
[7] Bahtiyar Vahabzade,
Eserleri, cilt 12, Bakı 2009, s. 756.
[8] Bahtiyar Vahabzade,
Sonbahar Düşünceleri, İstanbul 1993, s. 138.
[9] Bahtiyar Vahabzade, Gün
Var Bin Aya Değer, İstanbul 1993, s. 3.
[10] 21-25 Mart 1993 Türk
Devlet ve Toplulukları, Dostluk, Kardeşlik ve İşbirliği Kurultayı, Antalya.
[11] Bahtiyar Vahabzade,
Eserleri, age, s. 79.
[12] Edebi Düşünceler, Bakı
2000.
[13] Hüsniye Zal Mayadağlı,
Bahtiyar Vahabzade, Hayatı ve Eserleri, Ankara 1998.
[14] Bahtiyar Vahabzade, Soru
İşareti, İstanbul 2002, s. 61.
[15] Erdal Karaman, Türk
Edebiyatı Dergisi, Türk Edebiyatı,No:398, Yıl:
2006.
[16] Bahtiyar Vahabzade. Ömürden Sayfalar. İstanbul 2000. s. 133.
[17]Erdal Karaman, Bahtiyar
Vahabzade’nin Ana Dilinde Verdiği Mücadele, Jurnal
of Qafqaz University, No:8,pg:6, 2001.
[18] Erdal Karaman, Türk
Dünyasının Sesi: Bahtiyar Vahabzade, Bakü 2009.
[19] Bahtiyar Vahabzade, Vatan
Millet Anadili, Ankara 1999, s. 77.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder