Anadolu;
kökleri toprağın derinliklerine kadar uzanmış, her bir kolu toprağın en ücra
köşesine nüfuz etmiş; dalları, dünyanın dört bir tarafına kökünden aldığı
kuvvet ve bereketle serpilmiş dev bir çınar ağacı gibidir. Bu ağacın
dallarından sağa sola cömertçe serpilen tohumlar, yeri ve zamanı geldiğinde,
tıpkı, baharların muştusu kardelenler gibi ter ü taze başlangıçların müjdesini
verirler. Dünyada, bu bereketli topraklardan serpilen çınardan nasibini almayan
çok az yer vardır. Afrika’dan Avrupa içlerine, Avrupa’dan Balkanlara, Balkanlardan
Kafkaslara, Kafkaslardan da Kore’ye Endonezya’ya kadar, dünyanın en ücra köşelerinde,
Anadolu’dan çıkıp bu diyarlarda destan yazan binlerce isimsiz kahramanın izini görürsünüz.
Azerbaycan
da bu yönüyle Anadolu’nun bağrından kopup gelen binlerce yiğidi topraklarında
ağırlarlayan münbit bir mekândır. Binlerce Türk askerinin medfun bulunduğu bu
topraklarda, onlar aziz bir misafir olarak muamele görür senelerdir. Uzun
yıllar Anadolu’nun temsilcisi gibi, sessiz halleriyle soydaşlarının
topraklarında huzur içerisinde yatan bu yiğitler, sınırların kapatıldığı bir
devirde, Azerbaycan’da, Anadolu’nun gönüllü elçiliğini boyunlarına alırlar
fahri olarak. Sözünü ettiğimiz dönemde bihakkın vazifesini eda eden, Azerbaycan’ın
farklı yerlerinde yükselen şehadet nişanesi bu kabirler, Anadolu ve Azerbaycan
arasına set çekilmeye çalışıldığı bir vakitte, Anadolu’yu yâddan çıkartmak
isteyenlere inat, "Biz burayız." diye haykırırlar sessiz çığlıklarıyla. Onlar
bu halleriyle bile ülkemizin sesi sedası olurlar her dönemde. Hiçbir zaman Anadolu’nun
yâdlardan sökülüp atılmasına izin vermezler.
Azerbaycan’ın
ıssız topraklarında ansızın karşınıza çıkan bu kabirler, sessiz ve mahsun
halleriyle, sanki "Nerede kaldınız." der gibi size kuçak açarlar. Bu coğrafyaya yıllar
önce gelip canlarıyla bir devre damgasını vuran bu kutlu insanlar, ziyaretçilere
kılavuzluk eder, bu diyarın her bir köşesinde. Kendi ülkelerindeymiş gibi,
huzur içerisinde mahşere dek uykuya dalmış halleriyle, size içten bir selam
sunar mahsun bir eda ile.
Azerbaycan’ın
içlerine doğru yol almaya başladığınızda etrafı taşla çevrilmiş, üzerine Türk
bayrağı asılmış birçok mekân, içinizden gayriihtiyarî birşeyler alıp
görürüverir. Onlarca isimsiz kahraman, bu topraklarda yolculuk yaparken,
kurduğunuz hayallerin arasına birden dalıverir. Hüzünlü ve bir o kadar da tatlı
bir hayal, Azerbaycan’ın içlerinde kıvrım kıvrım dolanan yollarda, sizi içten
içe sardıkça, kendinizi daha huzurlu daha tatlı bir âlemin eşiğinde
buluverirsiniz. Bu duygular eşliğinde yol alırken, içinizdeki çoşan duygular,
iç geçirmeler şeklinde tezahür eder dışarıya.
Sizi derinden saran tatlı bir hayal mutlu etmeye yeter de artar bile bu
topraklarda. Yol boyunca size eşlik eden
isimsiz mezarlar, ıssız yollarda kulağınıza, "Korkma senin böyle bir
geçmişin var." der gibi sırtınızı sıvazlayan
bir pirifâni olup çıkıverir hülyalarınızda. Yolların kat edildiği hengâmede hisleriniz
sizi alıp da uzaklara götürürken, şanlı bir mazinin sayfalarında gezersiniz. Anadolu’da
hayranlıkla anlatılan, dinlediğinizde göğsünüzü kabartan ecdadımızın
kahramanlık hikâyeleri, bu manzarayla birlikte bir bir zihninizde canlanırken, bu
defa bir dönemde hayallerimizi süsleyen kahramanlar, adeta, bu kabirlerle mücessem
bir hal alıverir.
Bu
duygular eşliğinde içinizde sizi farklı âlemlere alıp götüren duygular çoşar. Etrafınızdan
gelip geçen araçları bile fark edemezsiniz. Bir an olsun dalmış olduğunuz bu
güzel hayaliniz kesilse, içinizden bir ses, ısrarla, biraz önce zihninizi tatlı
bir name gibi kaplayan ecdat hatırası hülyalara davet eder. Aklınıza Anadolu’nun bilmem hangi köyünden,
anne babasından, nişanlısından ayrılan, bir kez helalleşip ayrıldıktan sonra da
bir daha yıllarca kendisinden haber alınamayan bu yiğitler, size farklı
duygular tattırırken, Anadolu’da yakılan yemen türkülerinin, acıklı gurbet
havalarının, hangi halet-i ruhiye ile söylendiğini bir daha derinden derk edersiniz.
Bu kabirler bir bir gözünüzün önünden geçtikçe. Acıklı Anadolu türkülerindeki "Burası muştur yolu yokuştur, giden gelmiyor
acep ne iştir?" mısralarının bu manzara
karşısında hangi duygu ve düşüncenin bağrı yanık insanlara söylettiğini bir kez
daha düşünmeye başlarsınız. İsimsiz bu kabirlerle, yıllardır dinleyip de bizi
kederlere gark eden bu sözler, en derin anlamını kazanıverir.
Bu
taployla birlikte türkülerdeki hasret kokan, gurbet esintileriyle örülü mısralar
zihninizde şekillenirken, Anadolu türkülerindeki acıklı ayrılık hikeyeleri
içinizi bir kez daha derinden burkuverir. Yaralı bir yürekten süzülüp gelen bu
dizeler, Azerbaycan içlerinde sessiz sedasız kabirlerle daha bir anlam
kazanıverir. Bunca yıl geçmesine rağmen söylendiği günkü gibi yanık oluşu, hüzünlü
bir gurbet hatırasının izlerini taşıyor olması, sizi kederlendirmeye yeter de
artar bile. Kulağınıza ötelerden birşeyler fısıldayan bu mezarlar sizi alıp
farklı âlemlere götürürken sizi içten içe saran hülyalarla birlikte gayriihtiyarî
kederleniverirsiniz. Binlerce insan, binlerce anne baba, binlerce yakın
düşünüldüğünde onca insanın bu kederden nasibini kana kana aldığı gelir aklınıza.
Anadoludaki ayrılık hikâyelerini konu alan, yaralı bir yürekten sızıp gelen,
mısralarında ilmek ilmek hasret örülü, ayrılığın izlerini taşıyan ağıtların
yakılması en derin anlamını kazanır bu düşüncelerden sonra. Elinden hiçbir şey
gelmeyen kaderine razı olan bu insanların içlerindeki dayanılmaz acıyı bu defa
türkülerin namelerine, yakılan ağıtların mısralarına yükleyip teselli oldukları
aklınıza gelir. Böylece acılarını, bir nebze de olsa, bu şekilde hafifletmeye
çalıştıklarını düşünmeye başlarsınız.
Bu
kabirlere yaklaşıp baktığınızda mezar olduğu işaret eden taşlardan ve Türk bayrağından
başka bir şey göremezsiniz. Bu şehidin ne ismi vardır, ne de soyadı. Bu haliyle,
adeta, "Ey Azerbaycanlı kardeşlerim! Sizin için geldim,
canım pahasına da olsa sizin canınıza kasdedenlere verilmesi gereken dersi
vermek için buradayım." derken bütün bunları hiçbir
beklenti içerisine girmeden yaptıklarını, mahsun ve sade halleriyle kulağınıza
fısıldayıverir. Başuçlarında isimleri bile olmayan Anadolu’nun, belki, adını
bile duymadığınız bir köyünden çıkıp gelen hasbi insanların yaptıkları
karşısında kendi halimden utanarak kabirlerin yanından uzaklaşırken, diyergam
şehitlerimizin kulaklarımıza fısıldadığı bu hakikat karşısında bir kez daha
saygıyla eğiliyor, onlara olan hayramlığım, Azerbaycan’ın içlerine doğru
kıvrılan bu yollarda daha da ziyadeleşiyor. Haberleşme imkânının geliştiği bir
devirde, bin defa arkamıza bakarak çıktığımız gurbet yolculukları aklıma
geldiğinde ismini bile bilemediğim; ama bir amaç uğruna yurdunu yuvasını, her
şeyini, bir çırpıda, bir daha görmemek üzere geride bırakan bu şehitlere hayranlığım
artarken, onlara olan muhabbetim uzayan yollar ayrı bir boyut kazanıveriyor.
Şehitlerimizi
rahmetle anarken bu insanları harekete geçiren düşünceye takılır bu defa da hayallerim.
Bu isimsiz kahramanları Azerbaycan’a getiren sebepler aklıma gelirken, yol
kenarındaki isimsiz abideler bu defa da bir milletin soykırım arefesinde
yaşadıklarını bir kez daha düşündürür.
1918’li
yıllara gelindiğinde, koca bir imparatorluk son nefeslerini vermeye başlar. Cepheden
cepheye koşan devlet-i âli, amansız düşmanlarının yakaladığı fırsatların
cenderesinden kurtulma hamleleriyle yeniden ayağa kalkmaya çalıştığı bir
dönemde, girdiği; Trablusgarp Savaşları, Balkan Savaşları, Birinci Dünya Savaşı
bunların üzerine bir de Çanakkale Savaşlarıyla, adeta, dalları kırılan büyük
bir çınarı andırır. Yüz binlerce şehit verir Anadolu bu muharebelerde. Birçok aile
son neferini gönderir vatan için. Hani şaire, "Allahım bu ordu son
ordudur." dedirten mesele bu defa aynı şeyi bağrı yanık
şefkat abidesi annelere söyletir. Bilecek istasyonunda bir anne son evladını
cepheye yollarken oğluna: ˝Hüseyin… Dayın Şıbka’da, baban Dömeke’de ağaların da
sekiz ay evvel Çanakkale’de yatıyorlar. Bak son yongam sensin! Minareden ezan
sesi kesilecekse, camilerin kandilleri körlenecekse, sütlerim sana haram olsun,
öl de dönme. Yolun Şıbka’ya uğrarsa dayının ruhuna Fatiha okumayı unutma! Haydi
oğul, Allah yolunu açık etsin.˝ der. Çok az asker ve silahla dev orduları dize
getiren, bir milletin arkasında yatan dinamiklerin kaynağını gösteren tarihi
sözler, düşmanların tamamen yok olduğuna, bittiğine, hükmettikleri bir anda,
yeniden şaha kalkan bir milletin nereden beslendiğini gösteren sırlı sözlerdir.
Dev
çınarın dallarının kırıldığı, tekrar yenibaharlara merhaba demek için kolundan
kanadından tutunmuş sülük misali düşmanları atmaya çalıştığı bir dönemde,
doğuda, kardeş cumhuriyet Azerbaycan’da, insanlar da, bir soykırımın kıskacında
kalır. Sanki "Fırsat
bu fırsattır."
der gibi 1918’li yıllarda Ermeni ve Rus orduları Azerbaycan’ın her köşesinde,
hunharca, insanları şehit etmeye başlarlar. Binlerce masum, silahsız insan,
Ermeni ve Rus askerlerinin eliyle canlarından olur. Bakü’de, Karabağ’da, Şamahı’da,
Göyçay’da, Kürdemir’de.... Onlarca
yerleşim yeri yerle bir edilir, binlerce insan çoluk çocuk demeden şehit
edilir. Çarlık Rusyası’nın hüküm sürdüğü bir dönemde askere alınmayan askerlik
eğitiminden mahrum bırakılan binlerce insan, silah yüzü görmediğinden, Ermeni
ve Rus askerleri karşısında bir varlık göstermeleri mümkün olmaz. Binlerce
suçsuz günahsız insan vahşice şehit edilir. Sadece Bakü’de ölenlerin sayısının
bu tarihte on bini geçtiği göz önüne bulundurulduğunda bu vahşetin boyutunu
derk etmek mümkün olur kanaatindeyiz. Dört tarafı kuşatılan Bakü’de yapılan işkenceler
dayanılmaz bir hal almıştır. Binlerce insan idam sehpasına yaklaşan bir mahkûm
durumuna düşürülmüş, Ermeni ve Rusların işkenceleri altında inleyen insanların
çığlıkları semayı kaplamıştır. Ölümün pençesinden kurtulmak isteyen binlerce Bakü’lü
şehri terk eder, kalanlar da düşmanların her an kendilerini öldürecekleri
korkusuyla hayatlarını devam ettirmek zorunda kalırlar.
O
dönemde Azerbaycan’ın tek ümidi Anadolu’dur. Anadolu’ya Ermeni ve Rusların
yapmış oldukları vahşeti bildiren elçiler gelir. Anadolu, Azerbaycan’ın zor
gününde buradaki kardeşlerini yalnız bırakamaz. Enver Paşa, kardeşi Nuri Paşa’yı
Azerbaycan’a yardıma gönderir. Nuri Paşa Gence’ye geldiğinde halk yollara
dökülür. Anadolu’dan yardıma gelen kardeşlerini bağrına basarlar. Onlarca
kurban kesilir. Gence’de o gün bayram havası eser. Binlerce insan, Nuri Paşa
komutasında gelen orduya sevgi gösterisinde bulunur. Nuri Paşa, Gence’de durum
değerlendirmesi yaptıktan sonra bu şehirde çalışmalarına başlar. Azerbaycan’lı
ve Türkiye’li askerlerden oluşan Kafkas İslam Ordusu kısa sürede bütün
hazırlıklarını tamamlar.
Ermeni ve Rusların işgal ettikleri yerleri
teker teker işgalcilerin elinden alır. En son binlerce insanın şehit edildiği Bakü’ye
sıra gelmiştir. Ermeni ve Ruslardan oluşan ordu şehrin dört tarafını kuşatmıştır.
Türk ordusunun şehre girmesini engellemeye çalışır. Ordunun ilk hücumundan
istenilen sonuç elde edilemez. Geri çekilen Türk ordusu halkın ümitsziliğie
düşmesine sebep olur. Yeniden hazırlıklarını tamamlayan ordu ikinci hücumunda
Ermeni ve Rus birliklerini bozguna uğratır. Türk birliklerinin karşısında tutunamayan
Ermeni ve Rus askerleri şehri terk etmek zorunda kalır. Bakü’nün kurtuluşu
kurban bayramına denk gelmiştir. Bu güzel günde halk iki bayramı birlikte
kutlar.
Azerbaycan
istiklaline kavuşurken bu topraklarda gerek Azerbaycan’lı gerek Anadolu’lu binlerce
insan şehit verilir. Türk askerleri, kanları pahasına, Ermeni ve Rus askerlerini
dize getirirler. Bugün o dönemde yapılan savaşlarda şehit düşen binlerce insan,
huzur içerisinde, Azerbaycan topraklarında uyumaktalar. Canlarıyla bir dönemde
uygulanmak istenen menfur düşüncenin önüne set çeken fedakâr askerler,
yıllardır Azerbaycan’da kahraman olarak muamele görürler.
Sözünü
ettiğimiz kahramanlar onlarca yıl sonra bu ülkenin ücra bir köşesinde bir mezar
olarak karşımıza çıkarken, ismini bile bilmediğimiz birçok meçhul kahraman, o
diyarda sadece Türk mezarı olarak anılır nesiller boyunca. Bulunduğu mekânlarda
insanların gönüllerinde taht kurarlar bu sessiz halleriyle. Yıllardır bu
topraklarda Türk isminin yasaklandığı, kimliklerdeki Türk kelimesinin çıkarıldığı
bir dönemde bulundukları mekânların isimlerini Türk mezarı olarak korurlar. Yıllar
sonra, bir dönemin nişanesi kabirlere saldırılar başlar Ermeniler tarafından.
1918’lerde Azerbaycan’da dünyayı kendilerine dar eden Mehmetçiğin kabirleri de
uykuların kaçıran bir abide olarak karşılarında durur. Bu abidelerden
rahatsızlarını söküp kaldırmak suretiyle kurtulmak isterler; fakat Azerbaycan
halkı bu aziz misafirlerine olan vefa borcunu canları pahasına olsa da korur,
kabirleri muhafaza eder. Bu mezarlar bir dönemde kutsi bir mekân olarak addedilir,
çocuğu olmayan çiftlerin gelip adakta bulunduğu bir mekân olup çıkar.
Bu
dönemde Azerbaycan’a gelip tekrar yurduna dönmeyen bazı gaziler, bu toprakları
kendi yurdu olarak gördüklerinden, Azerbaycan’a yerleşirler. Soydaşlarının
bulunduğu topraklarda hayatlarını devam ettirirler. Azerbaycan’da Bolşevik
ihtilal gerçekleştikten sonra Anadolu’ya dönmeyen birçok asker bu topraklarda takip
edilir. İdare, onları ortadan kaldırmak için harekete geçer, onlarca insan Sovyetler
döneminde hayatından olur.
Sözünü
ettiğimiz dönemde Türkiye namına ne varsa söküp atmak düşüncesinde olan
zihniyet, Türklerin Azerbaycan topraklarında kalmasına göz yummaz. Onlarca Türk
askeri sözü edilen dönemde idare tarafından tespit edilir, birer birer fişlenerek
kurşuna dizilir. Azerbaycan’ın farklı bölgelerinde birçok gazinin akıbeti bu
şekilde olur.
Savaş
döneminde göstermiş oldukları fedakârlıkla destan yazan bu kaharamanlar sulh
döneminde de bölgedeki insanların gönüllerinde taht kurar. Bolşevik ihtilalin
gerçekleşmesiyle canları bahasına Azerbaycan’daki kardeşlerinin imdadına ses
veren bu yiğitler, teker teker ortadan kaldırılır. Bunlardan birisi de Şeki Göynük köyüne yerleşen
ve bu köyde Türk Şehabettin olarak şöhret bulan bir askerimizdir. 1930’lu
yıllarda idarenin gazabına uğrayan bu insanımız, savaş sonrasında şehitler
ordusuna katılır. Bu askerimiz, her dem ayrı güzellik sergileyen bir çiçek
misali, savaş zamanında gösterdiği kahramanlığı bu defa Bolşevik ordusunun
eline düştüğü günde de gösterir. Göynük köyünde Azerbaycan’lı bir vatandaş
olarak hayatını sürdüren Şehabettin, burada aile kurar, kendisinden farklı
olmayan insanlar arasında bir ferd olup çıkar. Halk ona saygı duyar, onun
göstermiş olduğu fedakârlığı hiçbir zaman unutmayacaklarını kendisine göstermiş
oldukları saygıyla izhar ederler. Halkın takdirini kazanan Türk askeri sistemin
gazabından kurtulamaz.
Bolşevik
ihtilalinin gerçekleştiği dönemde yapılan icraatlara karşı çıkan binlerce Şeki’li
isyan eder. Yıllarca Şekililer, Rus askerleriyle savaşır. Mallarına, canlarına manevi
değerlerine karşı yapılan hakaretlere göz yumamazlar. O dönemde binlerce insan
şehit verilir. İsyanlara karşı sert tedbir alan idare, halka, icraatlarıyla
ellerine geçen her fırsatta sisteme karşı çıkanlara verebileceği en ağır
sindirme politikalarını yürürlüğe kor. Halkın bir daha ayaklanmasını böylece
engellemeye çalışır.
Sıra bu güzel beldeye yerleşen askerlerimize
gelmiştir. Aynı düşünceye istinaden, bu askerlerimizi de, halkın gözünü
korkutmak amacıyla, insanların gözleri önünde, çoluk çocuk demeden öldürmeye
karar verirler. O dönemde henüz çocuk yaşlarında olan Göynük köyünden Abdullayeva
Şahbaz Umar Kızı olanları korku dolu gözlerle izler. O gün gördükleri kendisini
derinden etkilemiş olmalı ki bu hadise olalı bunca yıl geçmesine rağmen
gördüklerini aynı heyecanla anlatır. Onun anlattığına göre, köyün bir meydanına
toplanan onlarca insanın arasından Türk askeri derdest edilmiş şekilde meydana
getirilir. Onlarca insan bu taplo karşısında birşey yapamamanın ezikliği ve
çaresizliği içerisinde olanları boynu bükük izler. Birçok insanın hıçkırıkları
boğazında düğümlenip kalırken, sistemin kendilerine zararı dokunacağını
bildiklerinden birşey yapamamanın üzüntüsüyle gözyaşlarını içlerine akıtırlar. Savaş
meydanlarında bileğini bükemedikleri askerin, sınırların kapatılıp birkaç nefer
olarak bu topraklarda yaşamaya başladıkları bir dönemde sanki ˝İşte elimize
fırsat geçti.˝ der gibi, eli kolu bağlı bir şekilde, insanların gözleri önünde meydana
getirilmesi birçok Göynük köyü sakininin yüreğini burkar. Ellerinden birşey
gelememenin vermiş olduğu ıstırabı Göynüklüler, ebediyen unutmamak üzere
kalplerine gömerler. Suçu bir kez daha vurgulu bir şekilde hazır bulunan köy
hakına okunduktan sonra son sahnenin hayata konulmasına gelmiştir sıra. Askerlerimiz
elleri bağlı; başı dimdik şekilde Anadolu’dan binlerce kilometre uzaklıkta bir
yerde, kardeşlerinin bakışları arasında meydandaki yerini alır. Görevli asker
son vazifesini yapacaktır. Artık ölüme ramak kalmıştır. Birkaç dakika sonra
askerimiz kendinden önce bu ülkede toprağa düşen şehit ordusuna katılacaktır.
Hilkatın sesinin sedasının kesildiği anlardır. Onlarca insan çaresizlik içerisinde
nefeslerini tutar, olanları mahsun bir şekilde izler. İnsanların merhametli
bakışları arasında yerini alan askerlerimiz artık son kez orada bulunanlara
bakmanın vermiş olduğu ıstırabla sükûnet içerisinde gelişmeleri izler. Meydandaki
yerini alan askerlerimize, görevli şahıs, arkasını dönmesi ister, yüzüne karşı
ateş etmek istemez. Şehabettin Abdulkadiroğlu en savunmasız olduğu anda bile
bir Türk askerine yakışır tarzda görevliye cevap verir. O saate kadar hal diliyle
Azerbaycan’lı kardeşlerinin gönlünde taht kuran bu yiğit asker, bu defa Göynük
köyünün semalarında yankılanan, bir Türk askerine yakışır şu sözlerle bu insanların
takdirlerini pekiştirir: "Bir Türk askeri
kurşuna karşı arkasını asla dönmez! Vuracaksan, bu şekilde vur! Yüzüme karşı
ateş et!"
Askerin
bu şekilde bir cevap vereceğini beklemeyen görevliler şaşırır. Bu sözlerle
birlikte meydanda büyük bir sessizik olur. Bu cevap karşısında irkilen görevli
kendisine verilen görevi yerine getirir. Bu mertlik emaresi sözler askerimizin
dünyada söylediği son sözler olur.
Türk
askerinin tarihe geçen bu sözleri Göynük köyünde, Şeki’de yıllarca nesilden
nesile anlatılagelir. Göynük köyü sakinlerinin şahit olduğu bu ibret-âmiz olay,
nesilden nesile aktarılagelir. On yedi kişinin infaz edildiği yerde bir kuyu
kazılmıştır, askerlerin tamamı bu kuyuya defnedilecektir. Bu olaydan sonra
görevli memur, Şehabettin Abdulkadiroğlu için ayrı bir mezar kazılmasını
emreder. Şeki Göynük köyünde tek kişi için açılan mezara bu askerimiz defnedilir.
Herkesin
gönlünde taht kuran Türk askerinin söylediği hamaset dolu sözler, yıllarca,
uzun kış gecelerinde, Azerbaycan insanının sohbetlerini taçlandıran doyumsuz bir
hikâye olup çıkar. Türklere olan muhabbetin saygının, bir numunesi olan bu ibretli
hadise, bu coğrafyada Türk insanına olan sevginin kaynağını gösteren örneklerden
sadece birisidir.
Savaş
zamanında göstermiş oldukları kahramanlıklarla birçok insanın takdirini
kazanırken savaş sonrası da ülkemizi en güzel şekilde temsil eden kahraman
insanlar, ölüm anından bugüne kadar da bu icraatlarını sürdürürler. Her haliyle
bu güzel beldede ülkemizi en güzel şekilde temsil ederler. Hiçbir güç onları bu
faaliyelerinden alıkoyamaz. Mahsun halleriyle bile dostarına ümit, düşmanlarına
korku salmaya devam eden bu kabirler, adeta, Azerbaycan insanına "Korkma senin üzüntünle dertlenen, kederli
gününde arkanda olan dostların var." derken, düşmanlara da "Siz ne kadar
uğraşsanız da kanı canı bir tarihi bağlarla birbirine bağlı bu milleti hiçbir
güç ayıramaz, bunu yapmaya yeltenenlere verilmesi gereken dersi her zaman bu
insanlar vermeye hazırdır."
şeklinde olur. Sessiz kabirlerin hal diliyle söylediklerini Azerbaycan halkı
anlamış olmalıdır ki, bir dönemde bu kabirlere sahip çıktıkları için canından
olan insanlar bile olmuş. Bu mekânlar bir kutsal yer olarak addedilmiş,
insanların önemli günlerde ziyaret ettikleri bir kutsi mekân halini almıştır.
Bu duyguları yaşamamızı vesile olan bir grup
arkadaşla yapmış olduğumuz macera dolu ve ibret-âmiz bir Şeki yolcuğunda yol
kenarlarındaki şehit mezarlarımız uzun süre zihnimizden çıkmayacak iz bıraktı.
Bu vesileyle dünyanın farklı coğrafyalarında uyuyan, yakınlarıyla mahşerde vuslatlarını
bekleyen şehitlerimizi rahmetle anıyor, onlara Allah’tan mağfiret diliyorum.